Paranazal sinüsler ve burnun neoplazmları (sinonazal neoplazmlar), oldukça nadir olup solunum ve sindirim yolları tümörlerinin % 3’ünü, tüm malignitelerin de % 1’ini oluştururlar. Nadir görülmelerine karşılık hastalığın başlangıç semptom ve bulguları benign patolojilerden ve inflamatuar hastalıklardan kolayca ayırt edilemediği için tanı ve tedavi açısından önem arz ederler. Paranazal sinüs tümörleri özellikle beyaz ırkta 50-70 yaşlardaki erkeklerde daha sık olarak gözlenirler. Erkek kadın oranı yaklaşık olarak 2/1 dir. Başlangıç bulguları spesifik olmamakla birlikte kranial nöropatiler, yüzde şişlik ve epistaksis gibi hastalığı düşündürecek özel bulgular sıktır.
Paranazal sinüs tümörlerinin etyolojisi
Paranazal sinüs tümörlerinin yaklaşık % 30-40’ı mesleksel maruziyet ile ilişkilidir; nikel yassı epitel hücreli karsinom alt tipiyle; volatil hidrokarbonlar ve odun talaşı ise adenokarsinom alt tipiyle ilişkilidir.
Human Papilloma Virus (HPV)’ün 6 ve 11 suşu; inverted papillomlarda % 24, yassı hücreli karsinomlarda % 4 oranında saptanmaktadır.
Baş boyun kanserlerinin etyopatogenezinde önemli rolleri olan sigara içimi ve alkol kullanımı ile sinonazal malignaniteler arasında kesin bir ilişki kurulamamıştır.
Burun ve Paranazal sinüs tümörlerinde klinik
Burun ve paranazal sinüs bölgesinin benign hastalıkları KBB hekimliği pratiğinde önemli bir yer tutar. Benign ve malign patolojilerin başlangıçta birbirine benzer klinik tablolar sergilemesi malign hastalıkların tanınmasında önemli gecikmelere yol açar. Genel olarak malign hastalıkların ilk semptomların ortaya çıkışından tanınmalarına kadar geçen süre ortalama 6-8 ay olmaktadır.
Erken tanı; sinonazal semptomların uygun ve yeterli bir tıbbi tedaviye rağmen düzelmemesi durumunda maligniteden şüphelenilmesi ile mümkün olabilir. İleri evre hastalıkta sinonazal kanserlerin klasik üçlü bulgusu ortaya çıkar; yüzde asimetri, ağız boşluğunda gözle görülebilir veya palpe edilebilir tümöral kitle, anterior rinoskopide burun boşluğunda kitle gözlenmesi. Bu üç bulgunun tamamı hastaların % 40-60’ında en az bir tanesi ise % 90’ında tanı esnasında mevcuttur.
Burun ve Paranazal sinüs tümörlerinin tanısı
Tam bir KBB muayenesi yapılması gerekir. Tüm sinonazal, oküler ve nörolojik sistem detaylı bir şekilde incelenmelidir. İnfraorbital sinir hipostezisi, diplopi, proptozis ve dişlerde sallanma, düşme olup olmadığı araştırılmalı, yeterli bir topikal anesteziyi takiben nazal endoskopi ile muayeneye devam edilmelidir. Nazal endoskopide saptanan her şüpheli dokudan (vasküler kitleler dışında) biyopsi yapılmalıdır. Biyopsinin doku bütünlüğü bozulmaması açısından , radyolojik incelemelerden sonra yapılması daha uygun bir yaklaşım olacaktır.
Maksiller sinüs tümörlerinde biyopsi tercihen genel anestezi altında antrostomi yoluyla alınmalıdır. Böylece eğer ilerde parsiyel maksillektomi bile yapılsa biyopsi yapılan bölge de spesmen içerisinde kalabilecektir. Hastada tercih edilecek tedavi şekli radyoterapi olursa sekresyonlar ve nekrotik materyalin nazo-antral pencere yoluyla drene olması da sağlanabilmiş olur. Caldwell-Luc yaklaşımı ile biyopsi malign tümörlerde gingivobukkal mukoza ve yanak cildine tümör ekimine yol açabileceği için önerilmez.
BT(Bilgisayarlı Tomogrofi)-MRG(Manyetik Rezonans Görüntüleme): BT, kemik patolojileri özellikle de orbital duvarların incelenmesinde kullanılır. MRG ise yumuşak doku uzanımlarının değerlendirilmesinde, mukus-tümör ayırımının daha doğru olarak yapılabilmesinde yararlıdır.
Burun ve Paranazal sinüslerde başlıca benign tümörler
Osteoma: En sık benign tümördür. Rutin sinüs radyografilerinin %1′inde görülür. En sık yerleşim; frontal sinüstür (% 57). 5-6. dekatlarda sıktır. Semptomatik olgularda ve çevre dokulara bası sonucu fonksiyon kaybı durumunda cerrahi önerilir.
Fibröz displazi: Kemik dokusunun kollajen, fibroblastlar ve osteoid materyel ile değişmesi ile karakterize bir hastalıktır. Genellikle 20 yaş altında görülür. İlgili kemikte şişlik ile kendisini gösterir. Monostotik veya yaygın kemik tutulumları ile giden poliostotik tipi mevcuttur. McCune-Albright sendromu ile birlikte olan şekillerde yaygın iskelet tutulumu ile birlikte, cilt pigmentasyonu ve erken puberte söz konusudur. Baş boyun bölgesinde en sık tutulan kemikler maksilla ve mandibuladır. Tedavide cerrahi ileri şekil bozukluğu, fonksiyon bozukluğu gibi durumlarda söz konusu olup kozmetik kontur sağlanması ve fonksiyonunun yeniden kazandırılması gibi işlemleri kapsar. Radyoterapi malign transformasyona yol açabileceği için kullanılmaz.
Schneiderian papillom: İnverted, fungiform ve silindirik olabilir. Fungiform papillomlar vakalarin % 40 sini oluşturur ve genellikle septumdan gelişir,burun tıkanıklığı ve kanamaya yol açarlar. Malignite potansiyeli taşımazlar. Silindirik papillomlar vakaların % 3 ünü oluşturur ve burun boşluğunun yan duvarlarında ve sinüslerde yer alırlar. Nadir de olsa malignite ile beraber gözlenebilirler. İnverted papillomlar ise vakaların % 57 sini oluşturur. Orijinleri genelde orta meatus hizasında lateral duvarlardır. Nüks etmeye eğilimlidirler, lokal olarak destrüktif seyir gösterebilirler ve % 5-15 oranında malignite ile birliktedirler. Hemen daima tek taraflı olan papillomların tedavisi cerrahidir.
Juvenil nazofarenks anjiofibromu: Adolesan erkeklerde görülen, nadir, benign bir tümördür. Agresif özellikte çevre dokulara yayılması ve oldukça vasküler karakterde olması morbidite nedenidir. . Kavernöz sinüs tutulumu olmayan tümörlerde preoperatif embolizasyonla beraber cerrahi rezeksiyon çoğu hastada en uygun tedavi yöntemi olarak önerilmektedir. Kavernöz sinüs ve intrakranial uzanımı olan veya rekürren semptomatik tümörlerde ise radyoterapi uygulanabilir.
Burun ve Paranazal sinüste başlıca malign tümörler
Yassı epitel hücreli karsinom: En sık gözüken paranazal sinüs malignitesidir. En sık maksiller , daha sonra ethmoid sinüslerde saptanır. Hastalık daha ziyade erkeklerde ve 60 yaş üzerinde gözlenir. Genelde tanı aşamasında hastalığın sinüs dışına yayılmış olduğu gözlenmektedir. Yaklaşık % 90 vakada en az bir sinüs duvarında tutulum vardır. Prognozun belirlenmesinde tümör diferansiasyonundan ziyade tümörün büyüklüğü ve çevre dokulara uzanımı daha önemli bir parametredir.
Minör tükrük bezi tümörleri: Oral kavite ve üst solunum yolları mukozasında dağılmış olarak bulunan minör tükrük bezleri ve muköz bezlerden tümörler gelişebilir. Minör tükrük bezi tümörlerinin % 14-17’si paranazal sinüslerde gözükür.En sık adenoid kistik karsinom ve mukoepidermoid karsinom gözükür. Özellikle adenoid kistik karsinom alt tipinde perinöral invazyon eğilimi nedeniyle geniş cerrahi rezeksiyonlara rağmen birden fazla olan rekürrens odakları ve uzak metastazlar tipiktir. Bu nedenle cerrahi sınır sağlamlığı dikkate alınmadan bu tür hastaların uzun süre yakın takipleri gerekir.
Adenokarsinom: Paranazal sinüs maligniteleri içerisinde ikinci derecede sıklıkla gözlenen tümördür ve vakaların % 5-20’sini oluşturur. En sık olarak ethmoid sinüslerde gözlenirler.
Burun ve Paranazal sinüs malign tümörlerinin tedavisi
Sinonazal tümörlerin çoğu ( % 75 ) ileri evre (T3 ve T4 ) de tanınabilmesi tedavide önemli zorlukları gündeme getirir. Bu lezyonların rezeksiyonu çok önemli bir takım fonksiyon ve kozmetik bozuklukları ile birlikte olacaktır. Kafa kaidesi ve orbita bölgesinde daha belirgin olmak üzere hayati yapılara yakınlık nedeniyle lokal kontrolün sağlanması zor olacaktır. Serilerin çoğunda vakaların % 60 ında nüks olduğu bildirilmektedir. Sıklıkla uygulanan tedavi şekli cerrahi sonrası radyoterapi şeklindedir. Orbitanın korunması amacıyla preoperatif radyoterapi uygulanması da bazı yazarlarca önerilmektedir. Başlangıç tedavisinde kemoterapinin yeri deneysel düzeydedir. Bunun dışında rekürren vakalarda, metastatik lezyonlarda ve unrezektabl tümörlerde uygulanabilmektedir.